ziyan olmuş bir hayatın romanı “heba”. tadına doyulmayan, bir kardeşimin ifadesiyle “koklaya koklaya” okunması gereken bir kitap. romanın bel kemiğini oluşturan “sınır” hikayesi bile tek başına bir kitap olmayı hakkediyor. dilinin ne kadar iştah açıcı olduğunu anlatmak için ise şu satırlar yeterli sanırım:
“pek güzel, dedi ebecik gözlerini elindeki tespihe çevirerek; güzel olmasına güzel de, kuru fasulye böyle şaştım aşı gibi aniden pişirilmez ki, ona bir gün evvelden karar vermek lâzım. çok değil, sadece bir taşım kaynatacaksın akşamdan, sonra aynı suyun içinde öylece dinlenmeye bırakacaksın. ertesi gün mutlaka atacaksın o suyu, çünkü zerre kadar yaran yoktur insana; hem gaz yapar hem de yemeği bulanık gösterip fasulyelerin ışıltısını karartarak onların göz zevkimize hitap etmelerini engeller. efendime söyleyeyim, işte suyunu süzdükten sonra fasulyeyi güzelce yıkayacak, üzerine üç parmak geçecek kadar su ilave edecek, ardından da kısık ateşte yeniden kaynatacaksın ama bu noktada kaynama ritmine bilhassa dikkat edeceksin. biliyorsun, her yemeğin farklı bir kaynama ritmi vardır; bulgur hanım-budu, hanım-budu, hanım-budu diye ses çıkarmalı mesela. dolma ve sarma da fakir si-ki, fakir-siki, fakir-siki diye. ateşin ayarını tutturamaz da şayet bu yemeklere daha başka sesler çıkartırsan, imkânı yok iyi bir netice alamazsın. fasulyeyi kaynatırken de dikkat edeceksin işte, hoplayıp zıplamadan, adeta alçak sesle bir şeyler anlatıyormuşçasına fıkırdayacak sadece ve böylelikle taneler dağılıp gitmeyecek. senin anlayacağın, diri taklidi yapan birer ölü olacak fasulyeler; birbirlerine yapışmayacaklar, tam aksine aha şu tespihim gibi, ben buradayım diye tane tane ışıldayacaklar. bütün bunların ardından sıra, minik birer küp şeklinde doğradığımız soğanlarla yeşil biberleri hem biber hem de domates salçasıyla birlikte yağda kavurmaya gelecek tabii. lakin yeşil biberler pabuç yarımı gibi olmayacak yahut yemeğin ortasında birer saltanat kayığı gibi gezinmeyecek; boyları en fazla iki fasulye boyunda olacak. velhasıl, bir hayli ihtimam göstermek icap ediyor bu işe. mesela, kuru fasulyenin cebine şöyle iki üç diş sarımsak atmak da iyidir; yiyenin damağında, nereden geldiği anlaşılamayan hafif bir hoşluk yaratır. her neyse, şu an bilmediğimiz bir yerde bilmediğimiz birisi aynen böyle pişirilmiş bir yemeğin hasretini çekiyor olabilir; bu bahsi daha fazla uzatmayalım bence.”
Comments